Mutluluğu Önce Kendi İçinde Ara

Size  sevgiye  inanmayan  bir  adama  ilişkin  çok  eski  bir  öykü anlatmak  istiyorum.  Bu  adam  sizin,  benim  gibi  sıradan  bir  insanmış.  Onu  alışılmadık  kılan  düşünme  biçimiymiş.  Sevginin olmadığına  inanırmış.  Sevgi  arayışında  pek  çok  deneyim  yaşamış  elbette,  çevresindeki  insanları  gözlemlemiş.  Yaşamının  büyük  bir  bölümü  sevgi  arayışıyla  geçip  gitmiş.  Eriştiği  yegane  sonuç  ise  sevgi  diye  bir  şeyin  olmadığı  olmuş. Adam  nereye  gitse  sevginin  insanların  zayıf  zihninin  dizgin lerini  ele  geçirmek  için  şairlerle  dinlerin  uydurduğu  bir  masal olduğunu  anlatırmış.  Sevginin  gerçek  olmadığını,  bu  nedenle insanın  ne  kadar  ararsa  arasın  sevgi  filan  bulamayacağını  söylermiş. Bu  adam  çok  zeki,  inandırıcı  biriymiş.  Bir  yığın  kitap  okuyup  en  iyi  üniversitelere  gitmiş.  Saygı  duyulan  bir  öğrenci  olmuş.  Karşısına  çıkıp  konuşamayacağı  hiçbir  topluluk  yokmuş, çok  güçlüymüş  mantığı.  Öne  sürdüğü,  sevginin  bir  uyuşturucu olduğuymuş.  Bu  uyuşturucu  sizi  çok  yükseklere  çıkarabilirmiş gerçi  ama  güçlü  bir  de  ihtiyaç  yaratırmış.  Sevgi  bağımlısı  olabilirsiniz,  dermiş  adam,  peki  günlük  dozunuzu  alamadığınızda  ne olacak?  Tıpkı  uyuşturucuda  olduğu  gibi  sevgide  de  her  gün  almanız  gereken  bir  doz  vardır. Adam,  birbirlerini  sevenler  arasındaki  çoğu  ilişkinin  bir uyuşturucu  bağımlısıyla  ona  uyuşturucu  sağlayan  arasındaki ilişkiye  benzediğini  söylermiş.

Adam  karşısına  çıkan  herkese  sevginin  neden  varolmadığını anlatırmış.  "İnsanların  'sevgi'  dediği,  denetim  üzerine  kurulu bir  korku  ilişkisinden  başka bir  şey  değildir.  Saygı  nerede?  Olduğunu  iddia  ettikleri  sevgi  nerede?  Sevgi  diye  bir  şey  yok.  Genç çiftler  aileleri  ve  dostları  önünde  birbirlerine  bir  yığın  söz veriyor.  Sonsuza  kadar  birlikte  yaşama,  iyi  zamanda  kötü  zamanda  birbirlerinin  yanında  olma,  birbirlerini  sevip  sayma  böylece  uzayıp  giden  sözler  bunlar.  İşin  şaşırtıcı  yanı  verdikleri sözlere  inanmaları.  Ama  evlendikten  bir  hafta,  bir  ay  ya  da  bir kaç  ay  sonra  bu  sözlerin  hiçbirinin  tutulmadığını  görebilirsiniz. "Bütün  göreceğiniz,  kimin  kimi  yöneteceğinin  ortaya  çıkacağı  bir  güç  savaşıdır. Birkaç  ay  içinde  birbirlerine  göstermeye  söz  verdikleri saygı  uçup  gider.  İçerlemeler,  duygusal  zehir  biriktikçe  birikir, sevgiyi  nerede  yitirdiklerini  bilemez  olana  dek  birbirlerini  yaralar  dururlar.  Yalnızlıktan,  başkalarının  ne  diyeceğinden,  yargılarından  olduğu  kadar  kendi  görüş  ve  hükümlerinden  de  korktukları  için  bir  arada  kalırlar.  Peki  ya  sevgi  nerededir?" Adam,  bunca  yıldır  birlikte olmaktan  ötürü  gurur  duyan  otuz, kırk,  elli  yıllık  çiftler  gördüğünü  iddia  edermiş.  Ama  sıra  ilişkilerinden  söz  etmeye  geldiğinde  söyledikleri,  "Evlilik  hakkımızdan  gelemedi"  olurmuş.  Bunun  da  anlamı  birinin  diğerine  boyun eğmiş  olması,  boyun  eğenin  mücadeleden  vazgeçip  acıya  dayanmaya  karar  vermesiymiş.  İradesi  daha  güçlü,  ihtiyacı  daha  az olan  savaşı  kazanırmış.  Peki  ya  adına  sevgi  dedikleri  ateş?  O  nerede  kalmış?  Birbirlerine  sahip  oldukları  mallar  gibi  davranırlarmış.  "O  bana  ait." Adam  konuştukça  konuşur,  sevgiye  inanmama  nedenlerini sayıp  dökermiş.  "Ben  bütün  bu  yollardan  geçtim.  Artık  hiç  kimseye  sevgi  adına  beni  parmağında  oynatma,  yaşamımı  denetleme  izni  vermeyeceğim."  Sıraladığı  gerekçeler  hayli  akla  yatkınmış, söyledikleriyle  pek  çok  kişiyi  inandırmış:  Sevgi  diye  bir şey  yoktur.

Günün  birinde  parkta  dolaşırken  bir  sıraya  oturmuş  ağlayan bir  kadın  görmüş.  Merakı  uyanmış.  Yanına  oturmuş,  yardım edip  edemeyeceğini,  neden  ağladığını  sormuş.  Kadın  sevgi  olmadığı için  ağladığını  söylediğinde  ne  kadar  şaşırdığını  gözünüzün  önüne  getirebilirsiniz.  "Çok  şaşırtıcı!"  demiş,  "Sevginin  olmadığına  inanan  bir  kadın!"  Elbette  kadını  daha  yakından  tanımak  istemiş.  "Neden  sevginin  olmadığını  söylüyorsun?"  diye  sormuş. "Uzun  bir  öykü"  diye  yanıtlamış  kadın.  "Evlendiğimde  çok gençtim.  Sevgi  ve  yaşamımı  o  adamla  geçireceğim  yanılsaması ile  doluydu  içim.  Birbirimize  bağlılık,  saygı,  onur  sözleri  verip bir  aile  kurduk.  Ama  kısa  zaman  sonra  her  şey  değişti.  Ben  kendini  çocukları  ve  evine  adayan  kadın  oldum.  Kocam  işinde  yükselmeyi,  başarılarını  sürdürdü.  Evin  dışında  yarattığı  imge  onun için  ailemizden  daha  önemliydi.  O  bana,  ben  ona  duyduğumuz saygıyı  yitirdik.  Birbirimizi  yaralamaya  başladık.  Bir  an  geldi, onu  sevmediğimi, onun  da  beni  sevmediğini  keşfettim. "Ama  çocukların  bir  babaya  ihtiyacı  vardı.  Bu  da  benim  ka lıp onu  desteklemek  için  elimden  geleni  yapmamın  gerekçesi  oldu.  Çocuklar  büyüyüp  evden  ayrıldı  artık.  İlişkiyi  sürdürmek için  bir  bahanem  kalmadı.  Aramızda  ne  sevgi  var,  ne  incelik. Başka  birisini  bulsam  bile  aynı  şey  olacağını  biliyorum.  Çünkü ne  sevgi  diye  bir  şey  var  ne  de  olmayan  bir  şeyi  aramanın  anlamı.  Onun  için  ağlıyorum." Onu  çok  iyi  anlayan  adam  kadına  sarılmış.  "Haklısın,  demiş, sevgi  diye  bir  şey  yok.  Sevgi  arıyoruz,  yüreğimizi  açıyor,  yaralanabilir  hale  geliyoruz.  Ama  bütün  bulduğumuz  bencillik  oluyor.  İncindiğimize  inanmasak  bile  yaralıyor  bu  bizi.  Kaç  ilişki kurduğumuzun  önemi  yok.  Aynı  şey  durmadan  yineleniyor. Sevgi  arayışını  sürdürmenin  ne  anlamı  var  ki?"

Ortak  noktaları  çokmuş.  Birbirlerinin  en  yakın  dostları  haline  gelmişler.  Çok  güzel  bir  ilişkileri  olmuş.  Birbirlerini  saymış, hiçbir  zaman  küçük  düşürmemişler.  Birlikte  attıkları  her  adım onları  mutlu  etmiş.  Ne  kıskançlık  varmış  aralarında,  ne  diğerini yönetme  isteği,  sahiplenme.  İlişkileri  geliştikçe  gelişmiş.  Birlikte  olmayı  seviyorlarmış.  Çünkü  birlikte  olduklarında  çok  eğlenirlermiş.  Birlikte  olmadıklarındaysa  birbirlerini  özlerlermiş.

Şehir  dışına  çıktığı  bir  gün  adamın  aklında  tuhaf  bir düşünce belirmiş.  "Belki  de",  diye  geçirmiş  içinden,  "ona  karşı  hissettiğim  sevgidir.  Ama  şimdiye  kadar  hissettiklerimden  o  kadar farklı  ki.  Şairlerin  olduğunu  söylediği  şey  değil  bu,  dinin  dediği  de değil,  çünkü  ondan  sorumlu  değilim.  Hiçbir  şey  almıyorum  ondan.  Beni  kollamasına  gereksinmiyorum.  Sorunlarından  ötürü onu  suçlamıyorum,  dramlarımı  ona  aktarmıyorum.  Birlikte  çok güzel  vakit  geçiriyor,  birbirimizin  varlığından  zevk  alıyoruz. Onun  düşünme, hissetme  biçimine  saygı  duyuyorum.  Beni  utandırmıyor,  canımı  sıkmıyor.  Başkalarıyla  birlikte  olduğunda  kıskanmıyorum.  Başarılarına  gıpta  etmiyorum.  Belki  de  sevgi  vardır,  ama  bu  herkesin  sevgi  olduğunu  sandığı  şey  değil." Dönüp  kadına tuhaf  düşüncesini  açacağı  zamanı  iple  çekmiş. Konuşmaya başladığında kadın  sözünü  kesip,  "Neden  söz  ettiğini  biliyorum",  demiş.  "Aynı  düşünce  uzun  zamandır  benim  de aklımda.  Ama  sevgiye  inanmadığını  bildiğim  için  seninle  paylaşmak  istemedim.  Sevgi  belki  de  vardır,  ama  bu  bizim  sevgi sandığımız  şey  değil." 

Sevgili  olmaya,  birlikte  yaşamaya  karar vermişler.  Şaşırtıcı  bir  şey  olmuş,  aralarında  hiçbir şey  değişmemiş.  Birbirlerini  saymaya,  desteklemeye  devam  etmişler.  Sevgileri  büyüdükçe  büyümüş.  Öyle  mutlularmış  ki  yaptıkları  en  küçük  şey  bile  yüreklerini  sevginin  müziğiyle  dolduruyormuş.

Adamın  sevgiyle  dolup  taşan  yüreği  bir  akşam  bir  mucize gerçekleştirmiş.  Yıldızları  seyrederken  aralarında  en  güzel  olanı bulmuş.  Sevgisinin  büyüklüğüyle  bu  yıldız  gökten  yeryüzüne, ellerinin  arasına  kaymış.  Sonra  bir  mucize  daha  olmuş  ve  adamın  ruhu  bu  yıldızla  birleşmiş.  Mutluluğu  çok  derinmiş,  kadına gidip  sevgisini  kanıtlamak  için  yıldızı  eline  vermeye  can  atmış.

Yıldızı  avuçlarına  bıraktığı  an  kadının  yüreğinden  kuşku  gelip geçmiş.  Aşırıymış  bu  sevgi.  İşte  o  an  yıldız  ellerinden  düşüp binlerce  küçük  parçaya  ayrılmış.

Bugün  sevginin  olmadığına  yeminler  ederek  dolaşıp  duran yaşlı  bir  adam  vardır.  Bir  de  bir  zamanlar ellerinde  tutup  bir  kuşku  anında  yitirdiği  cennet  için  gözyaşı  döken  güzel,  yaşlı  bir  kadın. 

Sevgiye  inanmayan  adamın  öyküsüdür  bu.

Yanlış  kimindi?  Hatanın  ne  olduğunu  bilmek  ister  misiniz?

Adamın  yanlışı  mutluluğunu  kadına  verebileceğini  düşünmekti. Yıldız  onun  mutluluğuydu,  yaptığı  hata  ise  mutluluğunu  kadının ellerine  vermesi.  Mutluluk  asla  dışımızdan  gelmez.  Adamın mutluluğunun  kaynağı  içinden  gelen  sevgiydi.  Kadının  mutluluğunun  kaynağı  da  kendi  içinden  gelen  sevgiydi.  Ama  adam  kadını  mutluluğundan  sorumlu  kıldığı  an  kadın  yıldızı  parçaladı, çünkü  onun  mutluluğunun  sorumlusu  olamazdı.  Kadın  adamı  ne kadar  severse  sevsin  onu  hiçbir  zaman  mutlu  edemezdi,  çünkü içinden  geçenleri  asla  bilemezdi.  Düşlerini  bilmediği  için  beklentilerini  de  bilemezdi. Mutluluğunuzu  alıp  başka  birisinin  ellerine  bırakacak  olursanız  er  geç  kıracaktır.  Mutluluğunuzu  başka  birisine  verirseniz alıp  götürebilir.  Çünkü  mutluluk  yalnızca  sizin  içinizden  gelebilir  ve  sevginizin  sonucudur.  Mutluluğunuzdan  siz  sorumlusunuz.  Başka  birisini  hiçbir  zaman  kendi  mutluluğumuzdan  sorumlu  kılamayız.  Ama  evlenirken  ilk  yaptığımız  yüzükleri  birbirimizin  parmağına  takmaktır.  Onun  sizi,  sizin  onu  mutlu  kılacağınız  beklentisiyle  yıldızlarımızı  birbirimizin eline  veririz. 

Birisini  ne  kadar  çok  severseniz  sevin  onun  olmasını  istediği  kişi olmayacaksınız. Bu,  daha  başlangıçta  çoğumuzun  düştüğü  bir  yanlış.  Mutluluğumuzu  eşimize  dayandırıyoruz,  ilişki  de  bu  şekilde  tıkanıp kalıyor.  Tutamayacağımız  sözler  veriyor,  kendimizi  başarısızlığa  mahkum  ediyoruz...


Yorumlar

Popüler Yayınlar